İLİMİZ KARABÜK
KARABÜK
İLİN ADININ KAYNAĞI
İlin adının kaynağına ilişkin iki görüş söz konusudur. Bunlardan
birincisine göre Karabük,”kara” ve”bük” olmak üzere iki unsurdan oluşan
bir kent adıdır. Bu görüşü savunanlara göre kent, adını üzerinde kurulu
olduğu coğrafi yapıdan almıştır. Anlatımlara bakılacak olursa, kara,
tabiat parçaları üzerinde yerleşen ve tabiata damgasını vuran
insanoğlunun sık başvurduğu bir sıfattır. Bu sıfat Türk toponimisinde
çok önemli bir yer işgal etmektedir. Bük kavramı ise özellikle orta
Karadeniz’de çok yoğun olarak bulunan bir bitki türünün adıdır. Buna
göre Karabük adı, çalılık fundalıkların karaltısı anlamına gelmektedir.
İlin adına ilişkin ikinci görüşe göre, Karabük Türkmen cemaatin adı
olup, bugün Türkiyede bu adı taşıyan çeşitli ilçelere bağlı onüç adet
meskun yer adı vardır. Taşköprü ile Boyabat arasında doğu-batı yönünde
akan çay da bugün Karabük Çayı olarak adlandırılmaktadır.1547 yılında
düzenlenmiş olan Adana Tapu Defterleri üzerinde yapılan incelemelerde
Yüreğir nahiyesine bağlı, Karabük adını taşıyan Türkmen topluluğu
saptanmıştır. Safranbolu yöresindeki köylerin büyük ölçüde Türkmen, boy,
aşiret, oymak ve topluluklarının adını taşımakta olmaları, Karabük adı
içinde aynı durumu düşündürmektedir.
Antik devirde Karabük ve çevresi
Karabük ve çevresi, Antik Devirde, Homerosun İlyada destanında adından
bahsettiği, ”Paflagonya” (Paphlagonia) denilen bölgenin sınırları içinde
idi. Paflagonyanın batısında Bitinya, doğusunda ise Pontos bölgesi
vardı.
Anadolunun antik devirde bilindiği gibi siyasi, ekonomik ve toplumsal
tarihi Hitit Devletinin kuruluşu ile başlamaktadır. (M.Ö. 1800-1200)
Hitit Devletinin Kuzey-Batı Anadoluda komşuları ile olan ilişkilerine
baktığımızda, yöremizin antik devir içinde yer alan tarihine ilişkin
birtakım ip uçları elde edebilmekteyiz. Hititlerin, Kuzey Batı Anadoluda
siyasi ve askeri ilişki içinde olduğu iki ülke, merkezi Çorum
yakınlarında Osmancık ilçesine yakın bir yerde kurulu olduğu tahmin
edilen Palalar ile, merkezi Timonion kenti olarak bilinen Araç ve
Kastamonu arasında yaşayan Tum(m)analardı.
Hititlerin özellikle yöremize yakın olması yönüyle Tum(m)analarla
kurduğu dostane olmayan ilişki bizim açımızdan çok önemlidir. Şöyleki;
Hitit imparatoru, I. Suppiluliuma, Tum(m)ana Ülkesine sefere çıktığında,
Kastamonuya şu yol güzergahını izleyerek ulaşmıştır: Amasya, Suluova,
Vezirköprü, Kunduzdağı etekleri, Çankırı,
Hadrianapolis(Eskipazar-Bayındır Köyü) ve Kastamonu. Buradan
anlaşılacağı üzere, Karabük ve çevresi, antik devirde Hititlerin
Kuzey-Batı Anadoluyu kontrol altına alma amacına hizmet eden bir ordu
yolu geçit bölgesi idi.
Hitit Devletinin Tum(m)ana Ülkesi ile olan ilişkilerinde dikkat çekici
bir nokta da şu oldu: Hititler Kuzey-Batı Anadoluya girdiklerinde
bölgede yer alan ülke, kent ve nehir adlarına Boğazkale tabletlerinde
yer verdiler. Buna göre, Karabük kent merkezinden geçen Araç Çayına
Hititler, Sariia derlerken, Azdavay, Daday, Devrekani ve Eflani
arasındaki ülkeye Sappa Ülkesi, Eflani yakınlarında olması muhtemel
kente de Haluna (Grekçe karşılığı Lenos olan bu kentin adı yün anlamına
gelmektedir) adını verdiler.
Hititler, I.Suppiluliuma ve II. Murşilin Kuzey-Batı Anadoluya
düzenledikleri seferlerle Tum(m)anayı, Hattuşaşa bağlı bir eyalet haline
getirdiler.
Hititlerin, Kuzey-Batı Anadoluya bu denli ilgi göstermelerinin askeri ve
siyasi nedenler dışında ekonomik nedeni ne olabilir mi? Bölgede yapılan
son arkeolojik kazılardan anlaşılacağı üzere Hititlerin maden işleme
atölyeleri bu topraklardan çıkmıştır.Gereksinim duydukları bakır
madenini Hititler, Kuzey-Batı Anadoludan gidermek isteyince yöremiz,
ister istemez, Hitit ve Tum(m)ana arasındaki savaşlara geçit alanı
olmaktan kendini kurtaramamıştır.
Karabük ve çevresi, Hititlerin, MÖ. 1200 göçleriyle yıkılmasından
sonra Frig etkisi altına girdi. Friglerle başlayan dönemde Anadolunun
toplumsal ve siyasal yapısı bütünüyle değişti. Kuzey-Batı Anadoluda
Kastamonuya kadar olan alana yerleşen Friglerin yöremizde yerleşmiş
olarak göründükleri tek yer, arkeolojik kazı sonuçlarına göre, Ovacık
ilçesine bağlı kışla köyüdür. Burada bulunan Hesem Değirmen adı verilen
yapının kapısı Frig dönemine aittir.
Friglerin, Kuzey-Batı Anadoluda egemenliği MÖ.676 tarihine kadar sürdü.
MÖ.695te Kafkaslardaki İskitlerin (Sakalar) kovaladığı Kimmer
oymaklarının bir bölümü Frigya topraklarına girdi. Bütün Frig yapılarını
yerle bir eden bu topluluklar,geriye kaya mezarlarından ve
tümülüslerden başka bir şey bırakmadılar.
MÖ.750-550 tarihleri arasında Kuzey-Batı Anadolunun kıyı kentlerinde
Helenler koloni kentleri kurarken (Heraklia,Amastris ve Sinope gibi
vs0)İç kısımda yani Paflagonyada Kimmerlerin yol açtığı siyasi belirsiz
devam ediyordu. Nihayet bu siyasi karışıklığa Lidya Kralı Ardis, MÖ.625
tarihinde son verdi.
Lidyalılar (MÖ:633-546),Kuzey-Batı Anadoluyu doğrudan kontrolleri altına
almadılar. Bunun nedeni, özellikle Karadeniz kıyılarında kurulmuş olan
Helen kolonilerinin daha serbest ticaret yapmasına ortam yaratabilmekti.
Çünkü Lidyalılar bir tüccar kavim olarak iç kısımlardan topladıkları
tarım ürünlerini bu kolonilere pazarlamakta idiler. Ege Bölgesinde de
aynı ticari ve siyasi politikayı izledikleri bilinmektedir. O nedenle
Karabük çevresinde, hatta Kastamonu da ve Karadeniz kıyılarında Lidya
etkisi yok gibidir.
Lidya egemenliğine Persler (MÖ.550-331) son verince Kuzey-Batı Anadolu bu seferde Pers eemenliği altına girdi. II.Kiros
zamanında Anadolunun denetimini ele geçiren Persler, Anadoluda 24e
yakın satraplık (eyalet) kurdular. Bunlardan biri de Daskileon
Satraplığıydı. Bu satraplık MÖ.V.da ikiye ayrıldı. Kızılırmaka kadar
uzanan güney bölümünde Frigya Satraplığı, kuzeyde Partheniosa
(Bartın)dek uzanan topraklara da Pontos Satraplığı adı verildi.
Anlaşılacağı üzere Karabük ve çevresi, MÖ.V ve IV.yüzyıllar arasında
Pers egemenliği altında idi.
Helenizm Uygarlığının yaratıcısı olan Büyük İskender, Pers
İmparatorluğunu yıkınca, Anadoluda bulunan Pers satraplıkları birdenbire
bağımsızlıklarını ilan ettiler. (MÖ.331).Büyük İskenderin ölümüyle
birlikte, komutanları kendi aralarında anlaşmazlığa düştü. Bu durumdan
yararlanan Kios (Gemlik) Tiranı Mitridates Ktistes, Paflagonyaya geldi
ve Olgassos (Ilgaz) Dağı yaylasındaki Kimiata yöresine yerleşti.
(M.Ö.301) Böylece bölgede Pontos Krallığının temelleri atılmış oldu.
Pontos Krallığı siyasal yaşamı süresince,Bitinya ve Romalılarla savaştı.
Bitinleri yenmeyi başardılarsa da güçleri Romaya yetmedi. Roma, M.Ö.64
tarihinde, Pontos Kralı Mitritades Evpatora büyük bir darbe vurdu.
Böylece iç Paflagonya bölgesi bu tarihte Romalıların eline geçti.
Bölgemizde Pontos Krallığı yıkılma süresince girerken Romanın o sırada
Anadolu fatihi olarak adını tarihe yazdırmış komutanı olan Pompeius, İç
Paflagonya Bölgesini(Çankırı, Karabük ve Kastamonu illerini kapsar)
buranın eski önderi Pilaimenesin soyundan geldiğini ileri süren Attalosa
bağışladı. İç Paflagonyada, Taşköprüyü de içine alacak biçimde Pontos
Polemoniacus Eyaleti kuruldu.
Karabük ve çevresinde Roma Döneminden kalma birçok yapı mezar ve
yerleşim alanı bulunmaktadır. Roma Döneminin yöremizdeki en önemli
yerleşim alanı Eskipazar sınırlarındaki, Hadrianopolis Kentidir. M.S.126
yılında bu adı alan kentin asıl adı Kaisareis Proseilemmenitaidir.
Kentin kuruluş tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte M.Ö. 64 tarihini
kabullenmek yanlış olmayacaktır.
Eskipazar ilçesine bağlı Deresamail (Dereköy,Değgirmendere Mah.),
Boncuklar (Yahyalar Mah.), Tamışlar (Emiroğlu Mah.) köylerinde bulunan
20ye yakın Grekçe yazıttan yöreye ilişkin çok ilginç bilgiler
öğrenmekteyiz. Buna göre; merkez Deresamail arazisindeki Asar Tepe olmak
üzere bu köy ve mahallelerin bulunduğu bölgeye Kimistene adı
verilmektedir. Kimisteneye bağlı Endeiron Köyünün bugün Emredore adıyla
yaşadığını ve bu köyün kurucularının M.S.I.yyda, eski Yugoslavyanın
Dalmaçya bölgesinde bulunan Enderondan gelmiş olduğunu tapınak
yazıtlarından öğrenmekteyiz. Kimistenede, yine yazıtlardan öğrendiğimize
göre Karadeniz kıyılarındaki Amastris(Amasra) Ege kıyılarında
Halikarnassos (Bodrum)dan, Romadan ve Dalmaçyadan gelen insanlar
bulunmaktadır. İmparator Caralla (211-217) ve Diocletianus (284-305)un
heykel kaideleri; Zeus Kimistenos; Demeter ve Kore, Artemis Kratiane ve
Hermes kültlerini ilgilendiren tapınak ve sunak yazıtları; bazı aileleri
birkaç kuşak tanıtabilen mezar yazıtları, Kimistenenin Roma
İmparatorluk dönemi içinde çok önemli bir yerleşme olduğunu açıkça
göstermektedir.
Karabük ve çevresinde Roma döneminden kalma ünlü yapıtlar arasında,
Sipahiler Köyü Küre Havuzu (Roma Döneminde maden eritme ve işleme
atölyesine sahipti), taşları köylüler tarafından ev inşattlarında
kullanılmış olan tapınak ve sunak Safranboluda Hacılarobası köyünde
bulunun İnkaya Kaya Mezarlığı, Akveren ve Yörük Köyleri arasında kalan
Horozini Kaya Mezarları daha birçok yapı yer almaktadır. İç Paflagonya
bölgesi uzun zaman Roma yönetiminde kaldı.Yöremizde çok sayıda Roma
döneminden kalma eser olması bundan kaynaklanmaktadır. 395 yılında Roma
İmparatorluğu ikiye ayrılınca yöremizde bu seferde uzun sürecek bir
Bizans dönemi başlayacaktır.
Antik dönemin konusu olmamakla birlikte, Bizans, 622 yılında Anadoluyu
dolayısıyla Paflagonyayı, İran(Sasani) istilasından kurtardıktan sonra
Anadoluda yeniden askeri ve sivil örgütlenmeye gitti. Bizans İmparatoru
Heraklius, Anadoluyu 17 Teme (eyalete) ayırdı. Bunlardan birisi de
Karabük ve çevresinin içinde bulunduğu Paflagonya Temi idi.
Bizans döneminde Paflagonyanın tarihi açık ve belirgin değildir. Bildiğimiz tek gelişme, bölgenin VIII.yydan
başlayarak, 922 yılına kadar olan süreçte, Bizans-Müslüman Arap
çatışmasına konu olmasıdır. Bu çatışmalar sırasında bölgede Roma
döneminde yapıldığı sanılan Eflani Şatosu, bir akritai olan (Bizans
dilinde müstahkem kale) Safranbolu ve Kastamonu kaleleri, Müslüman
Araplara karşı verilen mücadeleler sırasında bölgede ön plana çıkmışlar
ve adlarını duyurmuşlardır. Yine Bizans döneminde Eskipazar ve
Safranbolu birer piskoposluk merkezi olarak yörede etkin dinsel yerleşim
alanları durumuna gelmiştir.
922 yılına kadar süren Bizans-Müslüman Arap çatışması,Kuzey-Batı Anadolu
kentlerini tahrip etmekle kalmadı aynı zamanda yoksullaştırdı.Bölgede
bulunan köylüler,tarım arazilerini bırıkarak kalelerin içine sığınmaya
başladılar.Güvenlik sorunu bölgede tarımsal üretimin düşmesine neden
oldu.Bizans Devletinin feodalleşmesi süreci hız kazandı.Bölgedeki
otoritesizliği göstermesi açısından 1100 yılları dolayında Eflani
Şatosunun çapulcular tarafından soyulması ilginç bir gelişmedir.
Bizans döneminden kalma yöremizdeki en önemli yapı unsuru kuşkusuz, 116
metre uzunluğundaki İncekaya Su Kemeridir. Bu kemerden Safranboluya 7.5
Km. mesafeden künklerle su getirilmiştir. Bu su kemeri 18. Yüzyılın
sonlarına doğru III. Selimin Sadrazamı İzzet Mehmet Paşa tarafından
yeniden onarılmış ve Safranbolunun su ihtiyacı giderilmeye
çalışılmıştır.
Selçuklular Ve Sonrası Karabük
1071 Malazgirt Savaşından sonra Türkler Anadolu içlerine doğru hızla
ilerlemeye başladı. 1075de İzniki ele geçirerek Anadolu Selçuklu
Devletini kuran Süleymen Şaha bağlı Türk beyleri de Anadoludaki belli
başlı Bizans kentlerini birer birer ele geçirdiler.
Kuzey-Batı Anadolunun Türkleşmesi ve burada bulunan Bizanslılara ait
müstahkem kalelerin belli bir süre için de olsa Türklerin eline
geçmesini sağlama açısından önemli isim hiç kuşku yok ki, Emir
Karatekindir. Anadolu Selçuklu Devletinin kurucusu olan Süleyman Şahın
Komutanlarından biri olan Emir Karatekin, 1082 tarihinde Çankırıyı
fethettikten sonra, Karabük çevresinde yer alan kentlere yönelmiş, 1084
tarihinde büyük bir olasılıkla Ovacık (?), Eskipazar (?), Eflani ve
Safranboluyu almış, bol ganimet elde etmiştir. Karadeniz Ereğlisi
Tarihinin yazarı Tahsin Aygüne inanmak gerekirse, Anadolu Selçuklu
Devletinin kurucusu Süleyman Şah zamanında bütün Bitinya, Paflagonya ve
Galatya toprakları ile Ereğli, Bursa ve İznik, Bizansın elinden alındı.
Bizans çok geçmeden uyguladığı siyasetle, Sinopa kadar Türklerin eline
geçen bu toprakların İmparatorun eline geçmesini başardı. Şöyleki,
İmparator Aleksios Kommenos, Sultan Melikşahın gönderdiği Siyavuş
adındaki elçiyi kandırarak kendi tarafına çekti. Nitekim Siyavuş, Sultan
Melikşahın mektubunu göstererek Emir Karatekini, Sinopu ve öteki
şehirleri terk etmeye zorladı. Böylece topraklar yeniden Bizansın eline
geçti.
I.Haçlı Seferi, Anadolu Selçuklu Devletini büyük bir sarsıntı ve zaafa
uğrattı. Bu durumdan yararlanan Bizans, Kuzeybatı Anadoluda bulunan
kentleri yeniden işgal ettiler, Anadolu Selçuklu Devletinin I.Haçlı
Seferi nedeniyle sarsıntı geçirdiği bir devrede, Anadoluda diğer bir
Türk Devleti, Danişmentliler üstünlüğü ele geçirdiler. Danişmentli Emir
Gazi, 1129da Karadenizde, Bizans kumandanlarından Cassionosun
yönetimindeki bazı yerlere sahipolmayı başardı. Bu yerleşim
merkezlerinin içinde Kastamonuda vardı. Ancak Bizans İmparatoru Ioanes
II.Komnenos, Danişmentlilere ait bu yerleri ele geçirdi. İmparator döner
dönmez harekete geçen Emir Gazi, Kastamonuyu ve Bizanslıların ele
geçirdikleri yerleri aldı.(1133). İmparator yeniden Kastamonu önünde
göründüğünde Emir Gazi artık hayatta bulunmuyordu. (Eylül 1134) Onun
yerine oğlu Melik Muhammed emirliğin başına geçti. Bizans imparatoru
Ioannes Komnenos, Danişmentlilerin kendi arasındaki mücadeleden
yararlanarak, Selçuklu Sultanı I.Mesutla anlaştı. Ancak, Danişmentli
Melik Muhammed, Sultan Mesutu bu anlaşmadan caydırmayı başardı. Bizans
İmparatoru buna rağmen Kastamonu ve Çankırı dolaylarını ele geçirdi.
Ancak İstanbula İmparator döner dönmez Türkler yine bu iki kente sahip
olmayı başardılar. Söylemek gerekirse bu dönemde, Kuzey-Batı Anadolu
kentleri sürekli Bizans, Selçuklu ve Danişmentliler arasında el
değiştirerek bölgede siyasi açıdan iktidarsızlığa ve başıboşluğa neden
oldu.
Anadolu Selçuklu Sultanı II.Kılıç Arslan (1155-1192) aşağı-yukarı 30
yıldır hüküm sürdüğü siyaset sahnesinde artık yorulmuş ve görevini
gereği gibi yapamaz hale gelmişti. 1186 tarihinde Selçuklu Devletini 11
oğlu arasında bölüştürdü. Bu bölünmeye karşın özellikle uçlarda bulunan
Melik Ruknettin II.Süleyman Şah, Muhiddin Mesut ve Gıyaseddin Keyhusrev,
Bizans içlerine akınlar yaparak, Selçuklu sınırlarını genişlettiler,
Bunlardan Ankara Meliki Muhiddin Mesut, Kastamonu taraflarında
Bizanslılara karşı birbuçuk yıl gaza yaptı. Bu gazalarının birinde o
zamanki adı Dadybra(Zalifra/Safranbolu) olan kaleyi, dört ay mancıklarla
kuşattıktan sonra fethetti (1196). Nihayet Muhiddin Mesut, Hıristiyan
halkın kaleyi terk etmesi koşuluyla bir anlaşma yaptı. Bu arada Bizans
İmparatorunun isteği ile Baba Dağı Garnizonundan kaleye yardım için
gelen bir Bizans birliğini de, yolda Selçuklular pusuya düşürdü.
Safranbolu kalesinin alınmasıyla Türkler yöreye hukuken de egemen
oldular ve kalenin ”Dadybra” olan adını ”Zalifre” olarak değiştirdiler.
Bu fetih hareketi ile birlikte yöredeki Türk egemenliğinin sınırları
Bartın çayı üzerindeki Derbent mevkiinden kuzey-güney doğrultusunda
uzanan hattın doğusunda kalan toprakları içerdiğinin görmekteyiz. 1197
yılında Devrekin de fethiyle Bizansla olan sınır Kastamonu-Devrek ve
Bolu hattına kaydı. Bu tarih itibariyle Karabük ve çevresi bütünüyle
Selçuklu kontrolü altına girdi. Kuzey-Batı Anadolu, Bizans-Selçuklu
arasında sınır bölgesi olması nedeniyle sık sık istilalara ve yönetim
değişikliklerine sahne oldu. Bölgenin tekrar Türklerin eline geçmesi
1213 yılına rastlar. Emir Karatekinin soyundan gelen ve Selçuklu
hükümdarı Alaaddin Keykubatın umerasından Hüsameddin Çoban yönetiminde
Türkler, Kastamonu ve çevresinde yeniden egemenlik kurdu. Böylece
Selçuklu Devletinin sağ uç beylik merkezi Kastamonu, beylerbeyi de
Hüsamettin Çoban oldu. XIII.YYın
sonlarına kadar bölgede hüküm süren Çobanoğlu Beyliği döneminde yöre
çok hareketli anlar yaşadı. Selçuklu Devletinin 1243 Kösedağ Savaşı ile
zayıflama sürecine girmesiyle, bu beylik zaman zaman Moğol kökenli
İlhanlara bağlı kaldı.
Çobanoğlu Beyliğinin Kastamonu ve Karabükü içine alan bölgede etkinliği
1280 tarihinde sona erdi. Bu sefer de merkezi Safranbolu olmak üzere
Safranbolu-Gerede hattı üzerinde etkili bazı tarihçilerin Umuroğulları
Beyliği ya da Zalifre Türk Beyliği dedikleri bir beylik kuruldu. Çeşitli
kaynaklardan öğrenilebildiği kadar bu beyliğin bilinen önemli
şahsiyetlerinden biri Şahbeydir. En geç 1309 yılında kurulduğu kabul
edilen Candaroğulları Beyliğinin 1326 yılına kadar Safranboluyu almayı
geciktirmesinin nedeni, Umuroğulları Beyliğinin Karabük ve çevresine
egemen olmasından kaynaklanmaktaydı.
XIV.Yüzyılın başlarına gelindiğinde Eflanide oturan Candar ailesinin
(1309) bu bölgede beylik kurduğuna tanık olmaktayız. Candar ailesinin
atası ve isim babası Şemseddin Yaman Candarın oğlu I.Süleyman Paşa,
beyliği Eflani dışına taşımak istedi. Kastamonuyu Çobanoğullarının son
beyi Mahmut Beyden savaş sonucunda aldı. Beyliğin merkezini Kastamonuda
kurdu. Candaroğulları Beyliğide, egemenlikleri altına aldıkları yerleri
eski Türk Devleti anlayışı gereği hanedan üyeleri arasında bölüştürdü.
I.Süleyman Paşa, Candaroğulları Beyi sıfatıyla; fethedilen Safranboluya
oğlu Ali Beyi, Sinopa da İbrahim Beyi atadı.
Candaroğulları Ali Beyin Safranboluda hüküm sürdüğü sırada Gerede
üzerinden, 1332 yılında Safranboluya gelen Arap gezgin İbni Batuta o
yıllar Safranbolusunu; ”Burası tepe üzerine kurulmuş küçük bir
kasabadır. Tepenin eteklerinde hendek dağın zirvesinde ise kale inşaa
edilmiştir.” sözleriyle betimlemiştir. Buradan da anlaşılacağı üzere
Safranbolunun şehirleşmesi Candaroğulları döneminde başlamıştır. 1326
yılından Safranbolunun Osmanlı egemenliğine kesinlikle geçtiği 1416
yılına kadar kentin her iki beylik arasında bir kaç kez el değiştirdiği
görülmektedir. Candaroğullarının, Gerede istikametinden gelecek olan
Osmanlıları gözetlemek için, çok geniş görüş alanına sahip Karabüke
bağlı Kapullu Köyünü tahkim ettikleri bu köye kendilerine sadık bir
topluluk yerleştirdikleri, köyde bir takım Candaroğlu vakıflarının
bulunmasından anlaşılmaktadır. Bu köyde aynı zamanda Osmanlı
vakıflarının da bulunması, Osmanlılarında, Candaroğulları gibi aynı
siyaseti izlediğinin bir göstergesidir. Osmanlı Devletinde XVI.Yüzyıla
ait Anadolu Eyaletine bağlı Bolu Sancağında kurulu bulunan vakıf
kayıtlarının birinde ”Taraklıborluda Karabük Köyünde Arif Şeyhin
Devletşeh Divanındaki 1979 akça geliri olan yeri meşihatlık için
vakıftır. Candaroğlu Bayezıd Begden ve Süleyman Paşa zamanından”
denilmektedir. Bu vakıf gösteriyor ki, Kapullu Köyü gibi Karabük Köyü de
Candaroğulları döneminden itibaren kurulu olan köyler arasındadır.
Karabük ile ilgili olarak elimizde bulunan en eski belgede bu vakıf
kaydıdır.
Karabük ve çevresinde Candaroğulları ile Osmanlılar arasında
1326-1416 tarihlerinde gerçekleşen mücadelelerde, yörede bulunan Türkmen
boyları genelde Osmanlıların tarafını tutmuştur. Osmanlıların bu
bölgede bulunan Türkmen boylarına yeni fethedilecek, gaza ve cihad
yapılabilecek topraklar vaat etmeleri en önemli etkendir.
Karabük ve çevresinde 1392 tarihinde Yıldırım Beyazıt ile başlayan
Osmanlı egemenliği 1402 Ankara Savaşı ile yeniden son buldu. Ankara
Savaşı sonucunda Timurun Anadoludan çekilmesi ile Anadolu Beylikleri
yeniden canlandı. Bunun sonucunda 1402 tarihinde Candaroğulları, Karabük
ve çevresine yeniden egemen oldular. Bu duruma karşın yörede Osmanlı
İdari ve siyasi yapısının örgütlenmeye başlama süreci olarak 1392
tarihine temel almak yanlış bir düşünce olmayacaktır. Bu tarihten
sonraki gelişmeleri Osmanlılar dönemi içinde anlatmanın doğru olacağı
inancındayız.
Ertesi gün kasabada 700 piyade ve 300 süvariden oluşan Hilafet Ordusu
Dayıoğlu kumandanlığında geliyor diye söylenti çıkarıyorlar.Halbuki
kasabaya çıka çıka 50 kadar yağmacıdan başka hiç kimse çıkmıyor. O sabah
bu eşkiyalar, tekbir getirerek, hacdan geliyormuş gibi şehre dahil
oluyorlar. Kıranköy Rumlarıda çalgı ile bunları takip ediyor. Bu şekil
üzere eşkiyalar kısa zamanda Safranboluda hakimiyeti ele geçiriyorlar.
Safranbolu kaymakamının verdiği listede yazılı 21 kişiyi ilk iş olarak
gözdağı vermek için tevkif ediyorlar. Tutuklamaya neden olan olay ise,
sözüm ona bir söz üzerine gerçekleşiyor. Şehirden Hüseyin Usta, Saatçi
Nuri, İdadi Müdürü, aşağılayıcı bir vaziyette, Dörtbuçuk yağmacıya kanan
Safranbolu Türküne yazık biçiminde söz söylüyorlar. Ancak eşkiyalar,
eşraftan bazılarının baskılarına dayanamayarak, tutukladıkları kişileri
serbest bırakmak zorunda kalıyorlar.”
Geredeli Dayıoğlu İbrahim Ağa, Safranboluya 23 Nisan 1920 tarihinde
giriyor. Aynı gün yani Cuma günü Ankarada dualarla TBMM açılıyor.
Safranboluyu basan asilerde o gün dualarla şehre giriyorlar Ancak
Safranboluda okunan dua dini kendi çıkarları için kullanmak
isteyenlerce, kardeşi kardeşe düşürmek için okunuyor. Safranbolu
Olayının baş kahramanlarından Dayıoğlu İbrahim Ağa 28 Nisan 1920
tarihinde,Müttehit Gönüllüler Komutanı ünvanı ile, Harbiye Nezaretine şu
telgrafı çekiyor: ”İstanbuldan İneboluya top ve makimalı tüfeklerle
mücehhez bir askeri birlik göndererek Kastamonunun işgal edilmesi,
Mustafa Kemalin ricat hattı kesilerek Anadolunun ve bütün kıtalarının
hilafet ve saltanat tahtı etrafında toplanmasının sağlanması”
gerekmektedir.
Kastamonu Valisi Cemal Bey, (Hatipzade Ahmet Cemal), Düzce Ayaklanmasını
öğrenince, ayaklanmanın il sınırları içine sızmaması için elindeki
güvenlik güçlerini ikiye ayırmış, birincisini Binbaşı Şevket Bey
komutasında, Araç-Safranbolu yönüne, diğerini de Çankırı-Çerkeş yönüne
doğru göndermişti. Vali Cemal Bey, 29 Nisan 1920de Mustafa Kemal Paşaya
gönderdiği tel yazısında: ”Dışarıdan gelen bazı fesatçıların
kışkırtmalarıyla Safranboluda dükkanlar kapanmış, telgraf muharebesi
kesilmiş, önceden oraya gönderilmiş olan Jandarma Takım Komutanının
vazifeden men edilmiş olduğu0 Ayrıca Çerkeş ve Safranboluya gönderilen
milli kuvvetlerin, dün ilçeye vukuatsız girdiği ve her iki ilçede de
sıkı yönetim ilan edildiği(ni)” bildiriyordu. Mustafa Kemal Paşa, 30
Nisan 1920 tarihinde bu tel yazısına verdiği cevapta, Vali Cemal Beye:
”Bugün valiliklere tebliğ edilen Hıyanet-i Vataniye kanununun
uygulanmasını” emrediyordu. Vali Cemal Beyin bu tel yazısı üzerine
Kastamonu ili çevresinde başlattığı uygulamaları gözden geçirmeden önce,
Safranbolu Olayının nasıl sona erdiğine bakmak gerekiyor: 29 Nisan 1920
günü Geredeli Dayıoğlu İbrahim Ağa komutasında sayısı yüzü bulan
kuvvetler atlı olarak Araç üzerine oradan da Kastamonuya gitmek üzere
harekete geçiyor. Dayıoğlunun amacı; ”Kastamonu Fatihi” ünvanını biran
önce alabilmektir. Bu arada kendisine yörenin tanınmış eşkiyası Ovacıklı
Eğri Ahmetde katılır. Dayıoğlu, kuvvetlerin askeri yönetimini ona
verir. Bu ordu Safranboludan o zamanlardaki koşullarda bir saat
uzaklıktaki Toprakcumaya gelir. Günlerden Perşembe günü tam bu sırada,
Kastamonudan gönderilen Kuva-i Tedibiyenin Yağlıca Köyüne geldiği
haberi, Toprakcumada bulunan asilere ulaşır. Kastamonunun fethine
hazırlanan ordu (?) şaşırır. Safranbolu Kaymakamı, Dayıoğlu İbrahim Ağa
ve Eğri Ahmetde dahil herkes kaçmaktan başka hiçbir şey düşünemezler.
Geri kalanlarda istikbali Safranboluya dönmekte ararlar. Safranbolu
kaymakamı Araç istikametine doğru kaçmaya başlar.Gece
saat bir sıralarında, Kuva-i Tedibiye Kumandanı Binbaşı Şevket,
Safranboluluların alkışları arasında kasabaya girer. Binbaşı Şevket
doğrudan hükümete çıkar tutuklular salıverilir. Kaçanlara,adamlar
gönderilerek teslim olmaları istenir. Gece yarısı anlaşılır ki,
Dayıoğlu, Kaymakam, Kadı, Posta Müdürü, Müddei Umumi, Komiser Ragıp ve
Sami, firara kadem basarak çoktan Gerede yoluna doğru hareket
etmişlerdir. Diğerleri de sabaha karşı Safranboluya dönmüşler, ancak
yolda Komutanları Eğri Ahmet tarafından bir bir soyulmuşlardır. Bundan
sonrasını Açık Söz gazetesinde yayınlanan mektupdan dinleyelim: ”0 Daha
sair gidenlerden sabaha karşı Safranboluya dönmeye başlamışlar, ve fakat
yolda silah ve paraları serdar-ı mükerremleri Eğri Ahmet tarafından
kamilen soyulmuş. Bin nedamet, tövbeler kıyamet kopuyor0” Olayların
değerlendirmesini yapan ve o günlerde Kastamonu havilisinde kumandanlık
yapmakta olan Nurettin Peker, İstikl0l Savaşının Resim Ve Vesikaları
adlı kitabında şu görüşlere yer verir: ”Şevket Bey Safranboluda bu
vakaya ön ayak olanları şiddetle cezalandırabilirdi.Fakat
bu vakayı çıkaranlar Kaymakam,Kadı gibi memurlardı.Safranbolulular gibi
açık yürekli ve uyanık insanların,üçbeş çapulcuya kapılıp millet
buyruğuna karşı gelmeyecekleri çok doğaldı. Nitekim, Hilafet ordusuna
karışanların bir çoğunun zorla götürüldüğü, silah patlamadan geri
dönmeleri ile anlaşılıyordu 0”
Mustafa Kemalin valiliklere gönderdiği Hiyanet-i Vataniye kanunu
uygulayın emri Safranbolu Olayı için uygulanmış mıdır.?0Bu emri alan
Kastamonu Valisi Cemal Bey önlem almak üzere kendi görev bölgesine şu
bildirimi yayınlamıştır: ”Safranbolu da dışarıdan gelen bazı
bozguncuların baştan çıkarmaları ve kandırmaları ile dükkanları
kapatarak telgraf haberleşmesini kestiklerive önceden oraya gönderilmiş
olan Jandarma Tabur Kumandanını göz altına aldıkları ve Çerkeş İlçesinde
dahi gene dışardan esen bozgun havası ile fiili değil ise de şüpheli
bazı hareketleri ve durumları hissedilmekle,her iki ilçeye yeterli
kuvvet gönderilmiştir. Çerkeşe gönderilen kuvvetlerimiz,önceki gün oraya
ulaşmış ve uysal ve masum halkın içten gösteri ve karşılamaları ile
şehre girdiği gibi Safranboluya yollanan kuvvetlerimiz dahi olaysız dün
gece Safranboluya girdikleri,Kuva-i Tedesiye Kumandanlıklarından alınan
telgraflardan anlaşılmış ve ön ayak olan bozguncuların amansızca
kovuşturulması ve cezalandırılmaları ve Safranboluda sıkıyönetim ilanı
Kuva-i Tedibiye Kumandanlıklarına emredilmiştir.Yabancı paraları ile
satın alınmış birtakım vatansız hainlerin İslam arasına ayrılık ve
karıştırıcılık sokmak için giriştikleri haince eylemlerin her yerde
amansızca cezalandırılacağı kamuya duyurulur ve devamlı Ulu Tanrının
yardımından şifa beklendiği bildirilir0Kastamonu valisi Cemal”.
Bu duruma göre, Safranboluda Hıyanet-i Vataniye Kanununu uygulayacak
görevli, Binbaşı Şevket Beydir. Gerisini, Nurettin Pekerden
dinleyelim:”0 Şevket Bey Safranboluda şiddet göstermemişti. Safranbolu
Vakası İstiklal Savaşı tarihinde baştaki memurların sebebiyet verdiği
bir macera olarak kalacaktır, halkın kabahati yoktur0Evet, Binbaşı
Şevket Safranbolunun ruh halini iyi bilen bir Kastamonulu olduğu için
büyümeye müsait bir çıbanı deşip kanatmadan iyi ettiği halde yine de acı
söyleyenleri, şikayetçileri oldu. Şevket Bey, Safranbolu Vakasında
görevini kötü kullandığından Ankaraya gönderilmiş ve İstiklal
Mahkemesince yargılanmış ise de nihayet beraat etmiştir.”
Anlaşılacağı gibi Binbaşı Şevket Bey, Safranboluda Hiyanet-i Vataniye
Kanunu uygulamamış, bu nedenle de suçlu duruma düşmüştür. Bu noktada,
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi Dr. Ali Yaver Beyin, daha Safranboluya
girmeden Eflani yolu üzerindeki buluşmada gerçekleri Binbaşı Şevket Beye
anlatmış olması, onun tutumunu değiştirmesinde etkili olmuştur.
Kurtuluş Savaşı sırasında yörede eşkiyalık almış-yürümüş olup bunların
Eğri Ahmet çetesi dışındaki en ünlüleri, Eflani civarında Yanık Hüseyin
ve Arap Çavuş çeteleri; Karabük civarında Zopranlı Sarı Efe ve
Eskipazarlı Kel Sait Çeteleridir. Dayıoğlu olayından sonra Eğri Ahmet
Çetesi, Dr. Ali Yaver Atamanın çabalarıyla Kuva-i Milliye tarafına
geçerek Sakarya cephesine sevkedilmiş, ancak bir süre sonra bu çete
üyeleri cepheden firar etmiştir.
Kurtuluş Savaşında Safranbolu,Kuva-i Milliyenin deri ve ayakkabı
ihtiyacını karşılamıştır. Bunun için Safranboluda Tedarik-i Vesait-i
Harbiye Komisyonu kurulur ve başına da askerlik şubesi Reisi getirilir.
Bu komisyonun üyeliklerine ise Kaymakamlık ve Belediye Meclisi
Temsilcileri seçilir. Oluşturulan bu Tedarik-i Vesait-i Harbiye
Komisyonu üyeleri, aralarında aldıkları karar gereği, Ankara ile temasa
geçilmesine ve Safranbolunun bu koşullarda yapabileceği yardımı
saptamaya çalışır. Ankara, asker için bedeli karşısında kolsuz asker
yeleği ve yemeni dikimi ister. Bunun üzerine Safranbolulu hanımlar,
kendilerine ordu tarafından verilen pazen kumaş ve pamuklulardan asker
yeleği dikmeye başlar. Bu iş için uygun evler haftada enaz 10-15 adet
yelek dikmeyi başarırlar. Böylece Safranboluda binlerce asker yeleği
dikilip orduya teslim edilir. Burada belirtmek gerekirse, Safranbolulu
Rum kız ve kadınları bu işe iştirak etmezler. Ayrıca yemenilerin oltan
denilen dikişçileri Rum ustalar biz Türk Ordusuna yemeni dikmeyiz diye
karşı çıkarlar. Bu durum Arastadaki Türk yemenicileri zor durumda
bırakır. Ancak yine de eskiden olduğu gibi Türk ustalar buna rağmen
orduya yemeni hazırlamaya devam ederler. Hızlı bir biçimde yemeni imal
edebilmek için 24 saat sürekli vardiya halinde çalışarak üretimi
aksatmazlar.
Safranbolu Arastasında (Çarşısında) 48 dükkandan birisi kahveci,
ikisi makinacı, birisi de çamurlukçudur. Kurtuluş Savaşı sırasında 40
dükkanda yemeni dikilip üretim yapılmıştır. Haftada 11.000 çift yemeni
dikilmiştir. Sakarya Savaşı ve Başkomutan Meydan Savaşında ordumuzun
ihtiyaç duyduğu yelek ve yemenilerin büyük bir kısmı Safranboluda
Arastada yapılan üretimle sağlanmıştır ki, herhalde bu da Safranbolular
için övünülecek bir durumdur.
Milli Mücadele yıllarında yöremizle ilgili gelişmeleri anlatırken son
olarak üzerinde durmak istediğimiz bir konuda Safranbolu Rumları ve
bunlarla ilgili olarak çıkan nüfus mübadelesi konusudur.
Araştırmacı-Yazar Hulusi Yazıcıoğlunun saptamasına göre, Safranboluda
yaşamış olan Rumlar, 1196 tarihinde Safranbolu (dadybra) kalesi
fethedildiği sırada, Anadolu Selçuklu Devletinin Ankara Meliki Muhiddin
Mesud ile yapılan antlaşma gereği, kaleyi terk etmeleri karşılığında
hayatları bağışlanan, bu olaydan sonra da çevreyi terk etmeyip, buraya
yerleşen kitleler değildir. Zira kale barışla değil, savaşla alınmıştır.
Böyle olunca da, bu savaşçı Bizans topluluklarının aileleri ile
birlikte, kalenin yakınlarına yerleşmelerine müsaade edilmeyecekleri bir
gerçektir. Ayrıca, Yazıköy ve Kıranköydeki Rum nüfusun arazilerinin
ellerinde bırakıldığı vakıf ve tapu kayıtlarınıdan anlaşılmaktadır. Bu
nüfusun, kalenin fethi sırasında mevcut olduğu, yerleşimin, kıranköyden
başlayarak Bulak Vadisi boyunca uzandığını yer adlarından çıkarmaktayız.
Bu arazilerin, sahiplerinin elinde bırakılmış olması, Kıranköy ve
Yazıköy Rumlarının Türklere direnme göstermediğini kanıtlamaktadır.
Safranbolu Rumlarının durumunu belirttikten sonra, bu Rumlarla ilgili
olarak, 13 Mayıs 1921 tarihinde (1 Mayıs 1337) Hakimiyet-i Milliye ve
İkdam Gazetelerinde yayınlanmış bir habere dikkatleri çekmek istiyoruz:”
Anadolu Rumları ve İstanbul Patrikliği Zafranbolu Rumlarının mühim bir
telgrafnamesi. Anadolu Rumları, şimdiye kadar kendilerine felaketten
başka bir şey getirmeyen İstanbul Patrikhanesi ile alakalarını kesmek
istiyorlar. İstanbulda yayınlanan İkdam Gazetesi yetkilileri, Ankarada
yayınlanan Hakimiyet-i Milliye Gazetesi nin konu ile ilgili yayınına yer
veriyor ve şu görüşleri aktarıyor:”Hakimiyet-i Milliye refikimizden:
Bir müddetten beri gazetemize gelen telgraflar artık Anadoluda mühim bir
arzunun belirmek olduğunu göstermektedir. Anadolu Rumları, şimdiye
kadar kendilerine felaketten başka bir şey getirmeyen İstanbul
Patrikhanesinden kopmak istemektedirler. Bu isteği bir iki telgraf
bildirdiği vakit, yayınına gerek duymamıştık. Fakat telgraflar gittikçe
artmaya başladı. Dün Anadolu Ajansı kendisine gelen önemli bir telgrafı
da yayınlayınca, artık bu sorundan bahsetmenin zamanının geldiğine
inanıyoruz. Anadolu Rumlarının arzusu nedir? İstanbul Patrikhanesinden
ayrılıp Anadoluda bir Rum Ortodoks Patrikliği kurmak. Anadolu Rumları
bunun için gayet makul nedenler ileri sürüyorlar. Evvela bu Rumlar gerek
dahildekiler gerek sahildekiler aslen Türktür, Türkçe konuşurlar hatta
Rum Patrikhanesinin popagandaları kendilerini rahatsız etmezden evvel
çoğunluklu Rumcayı bilmezlerdi. Anadolu Rumlarının adetleri, Türk
adetleridir. Anadolu Rumları, İstanbul Patrikhanesinden hoşnut değildir.
İrşad yerine bela getiren bu kurumdan ayrılmak istiyorlar. Bu
arzularına hiç kimse bir şey diyemez. Anadolu Rumlarının İstanbul
Patrikhanesinden ayrılma arzuları yeni değildir. Harb-i Umumi içerisinde
de bunu istemişlerdi. Bu istek üzerine o zamanki hükümet, Anadoluda
dinen Hıristiyan fakat aslen Türk olan bu Rumlar için Karamanda yeni bir
kilise yeni bir Patrikhane kurma düşüncesindeydi. Mesele şimdi yeniden
canlanmış bulunuyor. Ümit ederiz ki bu defa bir neticeye vasıl olur. Ve
bu netice ile biz Türkler hem Anadolu Rumları, İstanbul Rum
Patrikhanesinin dolap ve hilesinden biraz uzaklaşmış ve bu sayede de
dinlenmiş oluruz0”
Safranboludaki Türk Ortodoks cemaati yönetim kurulu üyeleri de, 2749
Rum vatandaşını temsilen, Anadolu Ajansına gönderdikleri telgrafla,
İstanbul Patrikhanesinin neden olduğu ayrılıkçı hareketleri şiddetle
kınamışlardır. Ayrıca Keskin ilçesi Türk Ortodoks Ruhani Reisi Vekili
Papa Eftim ise Anadoluda Hıristiyanların İstanbuldan ayrı Patrikhane
kurmalarına izin verilmesi ricasında bulunmuştur. Bu rica TBMM
tarafından incelenmiş ve uygun görülmüştür. 21 Mayıs 1922 tarihinde Türk
Ortodoks cemaati Papa Eftimin başkanlığında bir toplantı yapmış ve
Kayseri merkezde Türk Ortodoks Kilesi kurulmuştur. Bu kuruluşu, İstanbul
Fener Rum Patrikhanesi tanımamıştır. Tam bu sıralarda Lozan görüşmeleri
de son şeklini bulur ve yapılan antlaşmaya göre; Anadoludaki
Ortodokslarla Yunanistandaki Türkler mübadeleye tabi olurlar. Ancak bu
karardan İstanbuldaki Ortodokslar ve Batı Trakyadaki Türkler muaf
tutuldular. Şurasını da önemle belirtmek gerekirki, Anadolulu olmasına
rağmen Papa Eftim ve akrabalarına bu antlaşma uygulanmadı. Bu ise
mübadelenin, o zamanın siyasi gereklerine uyularak zorunlu olarak
yapıldığını gösterir. Diğer taraftan TBMM murahhasları, Lozanda Fener
Patrikhanesinin Türkiyeden çıkarılmasını istediler ancak başarılı
olamadılar. Eğer mübadele istenerek yapılmış olsaydı Fener Patrikhanesi
ile birlikte, Kayseriden de Patrikhanenin çıkarılması teklif edilirdi ki
böyle bir şey olamamıştır. Safranbolu Rumları da mübadele olayına
şiddetle çıkmış ve TBMM hükümetine başvurarak,” kendilerinin etnik köken
bakımından Anadoluya Müslüman Türklerden önce gelen Hıristiyan Türkler
olduklarını ” belirterek mübadele ışında bırakılmalarını istemişlerdir.
Ancak biraz önce belirtildiği gibi devrin siyasi durumu gereği Lozan
Antlaşmasına göre Yunanistana gönderilmişlerdir.
Karabük şehrinin kuruluş ve gelişimi
1937 yılında Safranboluya bağlı Öğlebeli Köyünün, 13 hanelik bir nüfusa
sahip mahallesi olan Karabük 1935 yılında Ankara-Zonguldak demiryolunun
açılması ile,bir istasyon adı olarak ilk kez Devlet Demiryolu
haritasında Cumhuriyet tarihinde adı görülmeye başlar. Karabükün kuruluş
öyküsü aynı zamanda Cumhuriyet tarihimizde endüstrileşmenin öyküsü ile
eş zamanlı bir anlatımı konu alır. 3 Nisan 1937 yılında büyük önder
Atatürkün direktifleri ile zamanın başbakanı İsmet İnönü tarafından
Demir-Çelik Fabrikasının temeli atılır. Böylece Karabükün adını Türkiye
ve daha sonra dünyaya duyuracak olan süreç başlamış olur.
Ağır sanayi kuruluşu olarak, Demir-Çelik Fabrikasının üretime geçmesi
ile hareketlilik kazanan Karabükte kısa zamanda köyden kurtuluşu
sağlayan şehirleşme süreci başlamıştır.
Bir beldenin şehirleşmeye başladığının en güçlü göstergesi o beldede
kamu hizmetlerinin yerine getirilmesini sağlayacak belediye teşkilatının
kurulmasıdır. 1935 yılında demiryolunun beldeden geçmesi ile yavaş
yavaş nüfus çekmeye başlayan Karabük, nihayet 1939 yılında bir
belediyeye kavuşmuştur. 1941 tarihinde Aktaş nahiyesi köy haline
dönüştürülürken, Karabük nahiye yapılmıştır. Karabük adına 1940 nüfus
sayımanda rastlanılmamaktadır. Karabük adına ilk yer veren nüfus sayımı
1945 yılına aittir bu nüfus sayımında bir nahiye olarak Karabükün nüfusu
10.682 kişi görülmektedir. Karabük 1950 nüfus sayımında da kayıtlara,
Safranboluya bağlı bir nahiye olarak geçmiş ve nüfusu iki misli artarak
21.238 kişi olmuştur. Karabükün bu ve buna bağlı yıllarda nüfusu hızlı
olarak artış gösterirken, 6068 sayılı yasa ile 3 Mart 1953 tarihinde
ilçe haline getirilmiştir. Karabükün bir ilçe olarak adı ilk kez 1955
nüfus sayımında geçmiş, bu yılda yapılan nüfus sayımında kent nüfusu
(merkez) 15.624 kişiye yükselmiştir. Yurdumuzda demir çelik ağır
sanayinin yayılmasına, gelişmesine öncülük eden ve okul ödevini gören
Karabük, 550 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 6 Haziran 1995
tarihinde 78. İl olarak Türkiye siyasi haritasında yerini almıştır.
İlçeleri Safranbolu, Eskipazar, Eflani, Ovacık ve Yenicedir.
Karabük şehrinin kuruluşu ve kuruluşuna bağlı tarihi gelişim olarak ne söyleyebiliriz? Bunun için genç Türkiye Cumhuriyetinin sanayileşme politikasını iyi bilmemiz gerekir. Bu anlamda Karabükün tarihini anlatmak demek, Türkiye Cumhuriyetinde sanayileşme sürecini ele almak anlamını taşımaktadır.
Selami ALKAN (SND) Safranbolu / 2007
İsmail KÖRPE/SAFRANBOLU/YAZIKÖY
RESİMLERLE KARABÜK

(EMEĞİ GEÇENLERE TEŞEKKÜR EDERİM)
Sitemdeki yazıların kaynağı verilmemiş olanların kaynakları bilinmediğindendir. Hak sahipleri talep ettiği anda kaynağı yazılır ya da yazı siteden kaldırılır. Kendi yazılarımın altında ismim vardır. Bu sitedeki yazıların yasalara aykırı kullanımı siteyi değil kullanıcıyı bağlar. Bu site hiçbir menfaat gözetilmeksizin sadece bilgi sağlama amacıyla kurulmuştur ve ticari hiçbir çıkarı yoktur. Ziyaretçilerden tek talebim DUA’dır.İyi günler sizinle olsun.
RESİMLERİN ÜSTÜNE TIKLAYARAK İZLEYEBİLİRSİNİZ
İYİ GÜNLER SİZİNLE OLSUN
SELAMİ ALKAN(SND) 2010 SAFRANBOLU
Hayatın karmaşık dokusunda gezinirken, seçimler olağanüstü yolculuklara açılan yolları ortaya çıkarır ve gerçekten tatmin edici bir yolculuk için yaratıcılık, merak ve cesaret gerektirir.